Bu seferki durağımız Vietnam’dı. Çok da yoğun olmayan iş programıyla ve oda arkadaşımla birlikte gidecek olmanın verdiği rahatlıkla heyecanla bekledim gidişimizi. Gittiğimize de değdi doğrusu.
21 saatlik Bangkok duraklamalı ve Ho Chi Minh City aktarmalı yolculuğumuzla ulaştık Vietnam’ın başkenti Hanoi’ye. Gitmeden önce okuduğum bloglarda Ho Chi Minh City’i İstanbul’a, Hanoi’yi Ankara’ya benzetmiş görenler. Doğru olabilir ama bana Hanoi Ankara’dan daha hareketli ve eğlenceli bir şehirmiş gibi geldi.
Hanoi’de, Devlet Başkanı hariç tüm Vietnam protokolüyle (Devlet Başkan Yardımcısı, Başbakam, Dışişleri Bakanı ve daha niceleri..) tanışma fırsatı bulduk. Vietnam üst düzeyini derslerine çalışmış bulduk. Görüştüğümüz her yetkili bıkmadan usanmadan “bizi serbest piyasa ekonomisi olarak tanıyın, ona göre vergilerde indirime gidin” ve “bize uyguladığınız ithalatta korunma önlemlerini kaldırın” taleplerini dile getirdi. Bu azimleri ve kararlılıkları hoşuma gitti açıkçası. Resmi program dahilinde Vietnam’ın ilk üniversitesi olan Edebiyat Tapınağını, görevli kızın Amerikan Savaşı’nda Vietnamlıların mücadelesini, verdikleri kayıpları ve elde ettikleri zaferi gözleri dolarak anlattığı Askeri Müzeyi ziyaret ettik. (Resimde askeri müzede Amerikalıları bombalayan uçakların enkazları önünde zafer işareti yapan bizleri görüyorsunuz. Amerikalılardansa Vietnamlılar!)
Şehir merkezinde bir gölleri var, gölün ortasında hoş bir yapı. Banklarda göle karşı oturup manzara izlemek, parklarda grup halinde spor yapmak, dans etmek günlük aktiviteleri arasında. Sokaklarda yaşamayı seviyorlar. Sokakta yemek yapıp hem kendileri yiyor, hem satıyorlar. Yorulunca oldukları yere çöküp etrafı izlemeye bayılıyorlar.
Askeri Müze'de ABD uçaklarını düşüren Vietnam uçaklarının enkazı önünde |
Tapınılası Edebiyat Tapınağı |
Vietnamlılar çekik gözlü, kısa boylu, az kilolu, minik insanlar. 90 milyon nüfusları var, kişi başına gelirleri yıllık 1200 dolar civarında. Bu durumlarına rağmen çok çalışkan oldukları, paraya çok aç oldukları izlenimini almadım ben. Genel olarak fiyatlar bize göre çok makul düzeyde. Yine de yabancı olmanın verdiği bir tedirginlikle alacağını şeyler için pazarlık yapmadan edemiyorsunuz. Söylediğiniz fiyatı beğenirlerse tamam ama beğenmezlerse “no” diyip gidip yerlerine oturuyorlar. Siz mağazadan çıkarken “okey okey” diyip kolunuza yapışmıyorlar pek.
Şehir merkezinde bir gölleri var, gölün ortasında hoş bir yapı. Banklarda göle karşı oturup manzara izlemek, parklarda grup halinde spor yapmak, dans etmek günlük aktiviteleri arasında. Sokaklarda yaşamayı seviyorlar. Sokakta yemek yapıp hem kendileri yiyor, hem satıyorlar. Yorulunca oldukları yere çöküp etrafı izlemeye bayılıyorlar.
Devlet daireleri genlikle ihtişamlı, bizim eski Osmanlı saraylarına benzer binalarda konuşlanmış. İşlemeli duvarlar, oymalı kakmalı koltuklar, bol aydınlatmalarla görkemli duruyorlar. İnce uzun binalar şeklinde evler var. Bu evler genelde 4 katlı, her katına 2 oda sığıyormuş ama sürekli merdiven inip çıkıldığından kullanımı pek pratik olmuyormuş. Bazı binalarsa oldukça eski ve bakınca her an yıkılacakmış gibi duruyor.
Yemekler ilginç ama sunumlar güzel. Ben deniz ürünlerine yüklendim. Kızarmış balık ruloları diye sipariş verdiğim şey içinde mum yanan ananasa kürdanla batırılmış şekilde geldi, o kadar söylüyorum yani.. Meyveler ise bir harika. Dragon fruit denen bir meyveyi ilk kez gördüm hayatımda. Dışı kırmızı(ejderhanın boynundaki gibi büyük çıkıntıları var meyvenin kabuğunda), içi bazen pembe, bazen beyaz çıkıyor. Tadı ise kiwinin şekeri ve ekşisi daha az olanı. Yaşasın tropik meyveler diyorum!
İşten arta kalan zamanlarda, oda arkadaşımla enerjimizin son damlasına kadar gezerek Hanoi’ye turist olarak giden birinin yapacağı her şeyi yaptık denebilir. Hanoi’de güvenlik sorunu pek yok o nedenle gündüz gece demeden bulduğumuz her boş vakitte kendimizi sokaklara attık. Şehirde trafik düzeni denen bir şey yok. Araçların %80’i motorsiklet ve şerit denen bir kavramları yok. Yaya olarak tek avantajınız motosikletlerin yavaş gidiyor olması.
Şehir merkezi oldukça canlı, sürekli hareket var. Hafta sonları merkezde kurulan pazar yerini yakalarsanız çok ucuza hediyelik eşya bulabilirsiniz. Dükkanlar da çok pahalı sayılmaz. Vietnam bir ayakkabı cenneti. Renk renk, çeşit çeşit modeller var. 14’er dolara 2 tane aldığımı, daha almadığıma pişman olduğumu itiraf ediyorum.
Suyun altındaki insanların elleriyle oynattığı kuklaların danslarından oluşan Su Kuklası Tiyatrosu diye bir gösterileri var. O da eksik kalmasın diyip izlemeye gittik, bize çok da ilginç gelmedi açıkçası.
Vietnam’a dair en hoş anı ise “cyclo” dedikleri önünde bir koltuk, arkasında bunu süren bir adamın oturduğu bisiklet benzeri çek-çeklerle yaptığımız “old city tour” oldu benim için. Hanoi’nin girmeye çekindiğimiz arka sokaklarını görebilme fırsatı bulduk böylece.
Yorgunluğuna fazlasıyla değen bir ziyaret oldu Vietnam. Her gördüğüm yerden sonra olduğu gibi yine yeni fikirler, yeni düşüncelerle döndüm Hanoi’den. Yine olsa yine giderim, hiç durmam! :)
Yorgunluğuna fazlasıyla değen bir ziyaret oldu Vietnam. Her gördüğüm yerden sonra olduğu gibi yine yeni fikirler, yeni düşüncelerle döndüm Hanoi’den. Yine olsa yine giderim, hiç durmam! :)
2 yorum:
böyle işlere can kurban :)
Yılda 1-2 kere denk geliyo böyle şeyler. Senenin diğer günleri acı çeksem de, bu gidişler ortalamayı kurtarıyor neyse ki.. :)
Yorum Gönder